Ko niversitesi

Kaçkarlar Faaliyeti

Tarih: 03-11 Haziran.2014

Ekip Lideri: Sönmez Erkaya

Faaliyet Sorumlusu: Merve Şahin

Katılanlar: Cihan Oklap, Merve Şahin, Can Turgut, Nursen Yılmaz, Betül Boran, Ahmet Bingül, Deniz Urut, Sönmez Erkaya
Kullanılan Malzemeler: Kamp ve Yürüyüş Malzemeleri, Kask, Krampon, Kazma, Perlon, İp, Kolon, Yardımcı İpler,Takoz Seti, Karabina, Hms, Atc…
Hava Durumu: Sürekli değişken olmakla birlikte büyük oranda yağmurlu, bulutlu, yükseklerde yer yer dolu ve kar yağışlı.

 

3 Haziran – Aksaklıklarla Dolu Bir Başlangıç

ata

(Nursen)


Atatürk Havalimanı’nda saat 13:00 sularında buluştuk. Yolculuk Batum’a.. Oradan kara yoluyla Kaçkarlara geçeceğiz. Hava limanında İlk işimiz çanta, kazma ve batonları teslim etmek oldu. Ancak kazma ve batonları verirken yaşadığımız sorun kulüp adına bizim için ders niteliğinde oldu, bundan sonra bu her iki yanı sivri olan teknik malzemeleri bir çantaya koyup önceden hazırlamamız gerektiğini öğrendik. Bagajları verirken yaşadığımız  aksaklıktan dolayı direkt kimlik kontrolüne gittik ancak Deniz’in geçişinde bir sorun oluşması sebebiyle o olmadan devam etmek zorunda kaldık. Çünkü yurtdışı uçuşlarda -vize ve pasaport istenmese bile, kimlik şart-  sürücü ehliyeti geçerli olumuyor. Yaşadığı sorundan dolayı Deniz’in bir sonraki Trabzon uçağı ile bize katılacağını öğrendik. Yaklaşık bir buçuk saat süren uçak yolculuğunun ardından Batum’a(Gürcistan) vardığımızda uçaktan çıktığımız gibi başka tarafa gitmemize fırsat vermeden bizi bir kontrol noktasına yönlendirdiler ve buradan hemen beklemekte olan otobüse bindirildik. Bagajlarımız otobüse yerleştirildi ve yaklaşık 45 dakika sonra Hopa Limanı’na(Ülkemize) vardık. Yani bilet fiyatları daha ekonomik olduğundan Gürcistan üzerinden ülkemize giriş yaptık. Ancak bilet alırken Batum değil, Hopa diye kesinlikle belirtin… Dedim ya daha ekonomik oluyor. Hopa’ da bizi Ayder’e götürecek olan aracımız hazır bekliyordu. Giriş işlemini yaptıktan hemen sonra çantaları aracımıza  yerleştirmek için bagajların yanına gittik ancak bir çantanın eksik olduğunu fark ettik. Benim çantam ortada yoktu. Hemen kayıp bagajın tespiti yapılıp tutanak tutuldu. Ne yazık ki faliyetimizin ilk birkaç günü bu çantaya ne kadar hızlı ulaştığımıza bağlı olarak değişecekti. Çanta gelmediği sürece çok önceden planladığımız bu faaliyetin birkaç günü iptal olacaktı ve bu bize hem nakit hem de vakit kaybı yaşatacaktı. Çanta için gerekli yerler arandıktan sonra bir şeyi daha fark ettik, Can’ın botları havaş otobüsünde kalmıştı. Sonuç olarak bugün birinin çantası yoktu, birinin botu yoktu, biri de hiç yoktu. Bu şekilde yola çıktık.

Önce Pazar’da önümüzdeki günler için Sönmez Hocamız hepimizin adına poşetler dolusu yiyecek alışverişi yaptı. Biz de o arada açlığımızı yatıştırmak için birer ikişer Karadeniz Simidi yedik. Bir yandan dinlenip karnımızı doyururken ben hala nerede olduğu bilinmeyen çantam hakkında bilgi almak için bana verilen telefon numaralarını sırayla arıyordum. En sonunda ulaştığım bilgi çantamın Bologna uçağının altından geri çevrildiğini ve bize ulaşması için çalışmaların hala sürdüğünü öğrendim. En azından Can’ın burada botlarına kavuşması sorunlardan birinin çözümü de olmuştu.

Deniz’in de bize katılacağı saati Pazar’da beklemek yerine bölgenin coğrafyasını tanımak hem de biraz gezmiş olmak adına servisimizle küçük bir tura çıktık. Burada her yerde bir dere aktığından birçok köprünün de yanından geçtik ve her biri bize söylediğimiz türküdeki Malabadi Köprüsü’nü hatırlattığı için durup üzerlerinde fotoğraflar çektik ancak Deniz’in dönüş saatine de yaklaştığımız için Küçük turumuzu tamamlayıp Pazar’a tekrar geri döndük. Yine sayısızca yaptığım telefon görüşmelerinin sonucunda çantanın geç saatteki bir Trabzon uçağı’na bindirilip Havaş otobüsleri ile Ardeşen’e kadar getirileceğine karar verdik ve şoförümüz Mustafa Dayının çantayı Ardeşen’den alacağını söylemesi bütün ekip için büyük bir rahatlama oldu. Bu arada Deniz’in de uçağı çoktan inmiş, sonunda bize katılabilmişti. Böylelikle tüm sorunlarımız çözülmüş oldu ve biz rahatlıkla Ayder’e gelebildik. Burada bütün günü yolda geçirmemizin verdiği yorgunluk ve açlık ile bir çırpıda mıhlama ve alabalıklarımızı yedik, günlerce yemek yememişiz gibi her şeyi silip süpürdük. Yemekten ve tabiki de çaydan sonra günün yorgunluğunu üzerimizden atmak üzere pansiyonumuza yerleştik. Pansiyonda önümüzdeki günlerin planını yaptık, gideceğimiz yerleri haritada üzerinde gördük, aldığımız yemekleri bölüştürüp, çantalarımızı hazırlayıp yattık.

 4 Haziran

Sabah erkenden kalkıp çantalarımızı tekrar servise yerleştirdik –bu arada ben de çantama kavuşmuş oldum—. Günlerce dilimizden düşmeyecek olan Karadeniz müzikleri eşliğinde, Fırtına Deresi boyunca ilerleyerek Yukarı Kavrun’a kadar geldik. Burada bir dağ evinde günlerce aç kalmış gibi muhlamaya yoğunlaşarak kahvaltımızı yapıp dinlendik. Şu sıralar Verçenik’te tırmanan Tunç Fındık ile karşılaşmamız sebebiyle de biraz daha oturup kendisiyle sohbet ettik ve arkamıza Kaçkar’ı alarak bir de hatıra fotoğrafı çektirdik.

2014-06-04 09.27.37

Servisimize geçerek çantalarımızı yürüyüşe hazır hale gelecek şekilde toparladık, çadır ve ip paylaşımlarını da yaparak yola çıktık. 3 uzun ve birkaç tane de ayaküstü molası vererek yaklaşık 5 saatin ardından kamp yükümüz ile birlikte Öküz Yatağı’na geldik. Buradaki kamp alanında çadırlarımzı kurduk.. Şanslıydık ki çadırları kurduğumuz yerin yakınında dere akıyordu ve su ihtiyacımızı buradan kolaylıkla kaşılayabilecektik.. Eeee adı üstünde Karadeniz burası; kamp yerine kadar her yer su kaynakları ile dolu…

Hava kararmadan manzaranın tadını çıkarmak ve dağa uyum sağlayabilmek adına bir yürüyüşe çıktık. Geri dönüşe geçmeden küçük bir tepeye çıkıp burada bir süre oturduk ve karşımızda duran gölün şeklinin bize neyi çağrıştırdığını tartıştık. İyice geyiğe bağladık J En son anne karnındaki bir bebeği andırdığına(!?) karar verdik. 1-2 saati geçmeyen bu yürüyüşümüzü sonlandırırken ertesi gün nereden çıkacağımızı gördük. Kaçkar ve Mezovit’i birbirinden ayıran bel bizim baktığımız açıdan çok net görünüyordu. Tek endişemiz buradaki değişken havanın yarın zirve planlarımızı suya düşürme ihtimaliydi. Böyle bir şeyin gerçekleşmemesi dileğiyle çadırlara geçip yemek yaptık. 3 gece çadırda kalmayı planladığımız için yemeklerimizi idareli kullanmamız gerekiyordu. Bu nedenle grupları birleştirerek ortak yemek yaptık.Birazda tembellikten diyelim. Akşamki yemeğimiz çorba; soğanlı, sarımsaklı, domatesli, biberli bulgur ve makarna idi. Yarınki zirve hedefimiz için iyice dinlenmemiz gerektiği için mümkün olduğunca çabuk yemek ve bulaşık faslını bitirdik ve sessizlik saati ilan edildi, herkes kendi çadırına çekildi ve sabah erken kalkmak üzere yattı.

5 Haziran – Zirve günü

(Betül)

Yorgun geçen bir günün ardından sabah erkenden uyandık. Şansımıza hava güzel görünüyordu. Çadır gruplarımızla birlikte yaptığımız kahvaltının ardından malzemelerimizi hazırladık. Haziran ayında olmamıza rağmen dağlar hala karlıydı, bu yüzden adeta bir kış faaliyetine gider gibi hazırlandık. Daha sonra zirveye doğru giden yürüyüşümüze şarkılar söyleyerek neşeli bir başlangıç yaptık. Bu yapacağımız zirve benim ilk ciddi zirvem olacağı için ayrı bir heyecan da vardı içimde. Giderek dikleşen parkurda Lokal Santral tekniğini kullanarak yürüyüşümüze devam ettik. Sonra ilk molamızı vererek kramponlarımızı giydik ve biraz daha dik bir parkurda yürüyüşümüze devam ettik.

image003

Kazmayla durma eğitimini daha önce tamamlamadığım için kayarsam durma konusunda biraz endişe etmeme rağmen devam etme isteğim ağır bastı ve anlatılanları uygulayıp kayarsam durabileceğimi umarak arkadaşlarımla birlikte yola devam ettim. Bu faaliyetin benim için zorlu olma sebeplerinden birisi de yanıma aldığım suyun çok az olmasıydı. Ekip lideri Sönmez  Hocamızın söylediğine göre zirveye çıkarken yanımızda en az 3 lt. su bulunması gerekmesine rağmen benim yanımda ancak yarım litre vardı. 2 lt.sini zirveye kadar, 1 lt.sini ise dönüş yolunda idareli kullanmalıydık. Şansıma susuzluğun etkilerini çok şiddetli hissetmedim. Yaklaşık 5-6 saatlik bir yürüyüşün ardından bel-boğaz-boyun denilen yere geldik ve burada mola verdik. Artık zirveye çok az kalmıştı ancak kalan yol aynı zamanda en zorlu olanıydı. Havanın da bozmasıyla birlikte yolun kalanı için endişem arttı. Ekibin geri kalanı gidip gelene kadar belde beklemeyi düşündüm fakat ekip liderimiz hava şartları uygun olmadığından beklememin mümkün olmadığını, hipotermi geçirebileceğimi, bu nedenle devam etmemin daha iyi olacağını söyledi. Sonradan ben de fark ettim ki zirve ne kadar yakın görünse de eğer oraya bekleseymişim yaklaşık 3-4 saat tek başıma oturmam gerekecekmiş ki bu da pek mümkün gözükmüyordu.

image004

Belde biraz dinlenip, birşeyler atıştırdıktan sonra yola devam ettik. Artık rotamız daha dikti ve kayalardan geçerken her adımımıza dikkat etmemiz gerekiyordu. Eğer kayarsak, durmamız pek de mümkün gözükmüyordu en azından benim açımdan. Bu nedenle korkum epey arttı. Neyse ki ekip arkadaşlarım bana hep destek oldular ve beni telkin ettiler böylece ben de yola devam edebildim. Parkurun zor olmasının diğer bir sebebiyse üzerinde yürüdüğümüz taşlı zeminin de kayıyor oluşuydu ki bu da işimizi olduğundan daha zor bir hale getiriyordu. Bir de hava daha da bozup gök gürlemeye başlayınca, yıldırım çekme tehlikesine karşı kazmalar hariç üzerimizdeki bütün metal malzemeleri bir kayanın dibinde bıraktık.

image005

Zorlu ve stresli geçen bir 2-3 saatin sonunda zirveye ulaşmayı başardık. Hepimiz hem yorgun hem de sevinçliydik. Ben de yolda korkmama rağmen zirveye kadar gelmeyi başardığım için kendimi mutlu hissediyordum.

image006

Zirveye vardığımızda şiddetli rüzgardan dolayı ayakta durmak neredeyse mümkün değildi bu nedenle zirvede kaldığımız sürece hep dizlerimizin üzerine çöktük. Flamamızı 3711 m’lik Mezovit Zirvesinde açıp bir fotoğrafımızı çektikten sonra derhal toparlanıp inişe geçtik. Biraz rahatlamıştık fakat iniş de bir o kadar stresli ve tehlikeliydi. Bu nedenle temkinli olmayı elden bırakmamak gerekiyordu.

Bele gelene kadar ayağımızın altında oynayan taşlardan dolayı birçok kayma tehlikesi yaşadık ancak telafisi olmayan hatalar yapmamak için daha dikkatli, acele etmeden ama yine de süratli adımlar atmaya devam ettik. Zirveden inerken ekipten bazı arkadaşlarımız şiddetli baş ağrısı yaşadı, mideleri bulandı ve oksijen ihtiyacını tam olarak karşılayamadıkları için uykuları gelmeye başladı. Ancak bu olumsuz dururmu aşmak için tek çözüm tüm yorgunluğa rağmen aşağı inmekti, olduğumuz yerde dinlenmek gibi bir şey söz konusu değildi.

Zorlu kısmı inip bele tekrar geldiğimizde ilk gerçek rahatlamamı yaşadım. Şimdiyse önümüzde uzun saatler yürüdüğümüz dik parkuru kayarak inmek vardı. Bir grup önden hızlıca gitti. Ben biraz acemi olduğum için arkada kaldım ve kimi zaman yürüyerek kimi zaman da yavaş yavaş kayarak aşağı indim. Bu aşamada da Cihan ile Merve, hocanın talimatıyla beni hiç yalnız bırakmadılar. En sonunda iniş bitti ve kamp alanına geri döndük. Benim için biraz stresli ve korkutucu olmuştu ama öte yandan da yaşadığım heyecan ve tatmin anlatılamayacak kadar güzeldi.

Faaliyette emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Özellikle endişelendiğim anlarda beni yalnız bırakmayan ve telkin eden ekip arkadaşlarıma ve ekip liderimiz Sönmez Hocamıza.

6 Haziran

(Nursen)

Dün zirve yolundaki yaşadığımız şiddetli yağış ve dönüşümüzün büyük oranda kayarak gerçekleştiğinden dolayı giysilerimiz ve ayakkabılarımız çok ıslaktı, güneş de bize bir türlü yüzünü göstermediği için eşyalarımızı dışarı, taşların üzerine koyduysak da pek kurutamadık. Aslında bugün için hedefimiz  -benim de faaliyetin başından beri gerçekleştrimek için heyecanlandığım – Kaçkar Buzulu’nda buzul tırmanış eğitimi yapmaktı ancak ıslak kıyafetlerimizi kısa bir sürede kurutmamız mümkün olmadığı için buzul tırmanışından vazgeçmek zorunda kaldık. Bunun yerine çadırları toplayıp çantalarımızı yola hazır hale getirdik. Yola çıkmadan hemen öndce de Sönmez Hocamız dünkü zirve yolu boyunca yaşadıklarımızın tek tek değerledirmesini yaptı. Kafamızdaki soru işaretlerini de bu konuşma esnasında giderince çantalarımızı alıp yola koyulduk. Geldiğimiz yoldan bu sefer daha az molayla hızlı bir şekilde döndük. Uzun soluklu verdiğimiz molalardan birinde büyük bir kaya parçasının yanında durduk ve içimizdeki tırmanma ihtiyaç ve arzusunu bir türlü gideremediğimiz için bu kayada boulder (kısa kaya) çalışması yaptık. Ancak ayakkabı tabanlarımız ıslak ve çamurlu olduğu için bastığımız yerler kayıyordu.

Yaklaşık 2 saatlik yürüyüşümüzün ardından vardığımız yer Yukarı Kavun idi. Buradaki dağ evinde bazı cep telefon şebekeleri(reklam yok) çektiği için yakınlarımızla konuşup telefonlarımızı şarj etme fırsatı bulduk. Bu vesileyle bizleri merak eden ve bize ulaşamayan herkese her şeyin yolunda olduğunu söyleyebildik. Burada bir süre dinlendik ve bu gece pansiyonda kalmamızın gereksiz olacağını düşünerek evin arkasında derenin yakınına çadırlarımızı kurduk. Geriye kalan yiyeceklerimizi de bitirebilmek adına dağ evinde bol bol makarna ve bulgur yaptık –Sonunda keskin bıçaklarla soğan doğrayabilmenin keyfini sürdük!—. Makarna ve bulgur günlük hayatta pek de uyumlu olmayan iki çeşit yemek olmasına rağmen biriken açlığımız ve yorgunluğumuz bunu düşünmeye bile fırsat vermedi. Ayrıca henüz tüketme fırsatı bulamadığımız pilaki ve
yaprak sarmalarını da yiyebildik.

2014-06-06 21.00.36

 Birçok zirve görmüş olan KUDAK flamamıza isimlerimizi yazıp dağcılık kulüpleri bayrakları ile çevrelenmiş duvara çiviledik.

Yemek yeme ve bulaşık işlerini hallettikten sonra oturup sohbet etmeye, iskambil kağıtları ile oynamaya başladık. Burada tanışma fırsatı bulduğumuz, 10 senedir bu taraflara gelen İsrailli bir bayan ile tanıştık. Sobanın başında yer yer çevirmenlik gerektiren tatlı bir sohbetin ardından bize refleks ve hıza dayalı oynanabilen kağıt oyunları gösterdi. Büyük bir keyifle oynadığımız bu oyunları saat geç olduğu için ister istemez sonlandırmak zorunda kaldık. Çadırlarımıza çekilip ertesi gün bizi bekleyen yollar için iyice dinlenebilmek adına yattık.

7 Haziran

Sabah erkenden kalkıp önce çadırlarımızı topladık, sonra dağ evinde kalan malzemelerimizle ve uzun bir süre için bu kadar muhlama yeter dedirtecek kadar çok miktarda muhlama ile kahvaltı yaptık. Firdevs ablaya kahvaltıdaki cömertliğinden dolayı bolca teşekkür. Mustafa Dayı’nın servisle gelmesiyle birlikte bütün eşyalarımızı araca yerleştirdik. Kavrun Yaylası’ndan aşağı, dere boyunca, duymayı özlediğimiz, yokluğunda mırıldanmaktan kendimizi alamadığımız Karadeniz şarkıları-türküler eşliğinde indik. Önce Ayder’e gelip, herhangi bir şey yapmadan önce bir bardak çay içip üzerimizdeki yol yorgunluğunu kısmen de olsa attık, kendimize geldik. Farkettim ki burada çay içmek hayatın bir parçası haline gelmiş. Yemekten önce çay, sonrasında çay, sabah çay, akşam çay… Sanırım eve dönünce ilk arayacağım şey bir bardak çay ve buranın insanının çayla bütünleşmiş konukseverliği olacak.

DSC_0330Çaylarımızı içtikten sonra yolumuza kaldığımız yerden devam ederek son durağımız Simge Pansiyon’a varana kadar çeşitli yerlerde durarak günümüzü gezme-dinlenme günü ilan ettik. İlk durduğumuz yer Şenyuva Köyü’ndeki Şenyuva Köprüsü oldu. Buradaki doğanın güzelliğini ekibimizle birlikte fotoğraflamak adına köprünün üzerinde bir fotoğraf molası verdik. Hemen altımızda gürül gürül akan Fırtına Deresi’nin sesi; masmavi gökyüzünün, karşımızdaki dağların ve etrafımızdaki ormanların oluşturduğu yemyeşil ve yer yer karlı manzarayı tamamlıyordu. Burada nefes alırken içinize çektiğiniz hava öyle temiz ki, ilk kez soluduğunuzda başınızın dönmesi bile mümkün. Köprünün ardından yolumuza Sevdaluk Köyü’nden geçip devam ettik. Burada meşhur Sevdaluk dizisinin de çekildiğini öğrendik ve köyü arkamıza alarak bir de hatıra fotoğrafı çektik. Köyden ayrıldıktan sonraki durağımız ise yapım tarihi tam olarak bilinmeyen, Trabzon İmparatorluğu zamanında yapıldığı söylenen Zilkalesi’ydi.

Mustafa Dayının birkaç lafı ile kaleyi ücretsiz gezme fırsatı bulduk ve böylelikle kalenin her yanını etraflıca gezdik. Kalenin surlarından karşıya baktığımızda nerede durursak duralım dağların, ormanların oluşturduğu eşsiz manzara ile karşı karşıyaydık. Bu son günlerde görmeye alıştığımız Karadeniz’di.

Kaleden çıktıktan sonra uzun taşlı patika yol boyunca, bir yanımızda sürekli bir uçurumun eşliğinde dere  tepelerin ormanların arasından ilerledik ve bir köye geldik. Bu köyde ekibimizle ilgilenen bir adam ile karşılaştık. Bize nereden geldiğimizi ne yaptığımızı vesaire sordu. Bir yandan da ekip liderimiz Sönmez Hocanın ne iş yaptığını merak ediyordu ancak sorusunun üzerine hocamızın mesleğinin dağcılık ve tırmanış eğitmenliği olduğunu ona anlatmamız epey zaman aldı. Kendisi dağcılığı hobi olarak yapıyor amaDSC_0372 yaklaşımından dolayı kendisinden dağcı diye söz etmemiz içimize sinmedi. Zaten bizim sorduğumuz sorulardan rahatsız olmuş olacak ki yanımızda fazla durmadı. Biz de köyden çıkıp biraz daha ilerleyip Güneşli havanın keyfini tepesinde kar kalmış dağları izleyerek ve tahmini çıkış rotaları yaparak, sarı çiçeklerin arasında çıkardık.

Tekrar araca binip bir süre daha gidince nihayetinde bir çayhaneye geldik. Artık buraların insanı olmuş gibi sürekli içilen çayı arar hale gelmiştik. Sonunda çayımızı dereye karşı dağların arasında içebildik. Küçük Rize turumuz henüz bitmediği için yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik ancak pansiyonu terk etmeden hemen önce, dönerken acıkma ihtimalimizi göz önünde bulundurarak menemen ve çorba siparişi verdik. Yola çıktıktan 15-20 dakika sonra durduğumuzda bizi şaşırtacak derecede güzel olan yaklaşık 20 m yüksekliğindeki Palovit Şelalesi’ne vardık.

Şelaleden dökülen su döküldüğü dev kazanında hızını kaybederek dere boyunca akmaya devam ediyordu. Olduğumuz yerde çeşitli yaratıcı fikirlerle fotoğraflar çektikten sonra ormanın içindeki bu şelale manzarasını arkamızda bırakmak zorunda kaldık ve tekrar uğradığımız pansiyona döndük. Dönüş yolunda Mustafa Dayı ile bir tanıdığının konuşmasına şahit olduk. Konuşma şöyleydi:

-Karadeniz’de her gün yağmur yağar mı?

-Olur mu öyle şey?! Karadeniz’de haftada iki kere yağmur yağar. Biri üç gün sürer, diğeri dört gün..

(Epey eğlendik tabii ki) Bura insanının neşeli, esprili, tez canlı haline hayran kalmamak elde değildi. Bazen de bir anda patlayan yağmur gibi insanı da gülerken birden asabiyet sergiliyebiliyordu…

Gerçekten de buradaki hava böyleydi, hava çok çabuk değişiyor, sürekli yağmur yağıyordu ama Karadeniz insanının bunu böyle bir mizahla ele alması bizim meseleyi bu kadar büyük bir sorun haline getirmememiz gerektiğini bize hatırlatıyordu.

Döndüğümüzde çorbamızı içip menemenimizi de Cihan’ın adaletli bölüştürmesi ile yedik. Uzun zamandır böyle güzel menemen yediğimi hatırlamıyorum. Yemeğin yanında bölgenin hayvanlarından elde edilen tadı oldukça ağır ama bir o kadar da lezzetli olan bir çeşit eski kaşar yedik. Yemeğin hemen ardından çaydanlıkta içilmeyi bekleyen çaylarımızı yudumlamaya başladık. Dere kenarındaki banklarda oturup çayımızı yudumlarken akan suyu izlemek insana tarifi mümkün olmayan bir huzur veriyordu ama ne yazık ki bu manzaranın daha fazla keyfini çıkarmamız mümkün değildi çünkü Avusor Yaylasına makul bir saatte varmamız için yola çıkmamız gerekiyordu. Aracımızla  yine Ayder’den geçtik fakat bu sefer hava ne açık ne de güneşliydi, tam aksine kara bulutlar tepemizdeydi ve etrafımızda yağmura, sise rağmen şenlik alanından ayrılmayan, çadırların etrafındaki insanlar vardı. Başta biz de şenliğe katılmak istemiştik ancak zaman kısıtlamamız olduğu için gidememiştik, böylece Ayder’den geçerken nasıl bir atmosferi olduğunu da ucundan görmüş olduk.

Sürekli yükselerek ilerlediğimiz, patika yollardan geçerek sisin içinden çıkmayan uzun bir yolculuğun ardından Avusor Yaylasına vardık. Yaylanın en ucundaki ahşap yapı bizim kalacağımız Simge Pansiyondu. Geldiğimizde yaptığımız ilk şey servisten inip yaklaşık 200 m.lik patika boyunca yürüyerek malzemelerimizi ikişer kere git-gel yaparak içeri taşımak ve odalarımıza yerleştirmek oldu. Günlerdir hasret kaldığımız duş alternatifiyle bize büyük bir rahatlık sağladı. Yerleştikten sonra önce sırayla duşumuzu aldık ardından da akşam yemeğini -bizim tabirimizle- sınırsız yiyecekler ile yemiş olduk ve bizi bu şekilde doyuran Elmas Ablamıza da teşekkür ettik. Biz yemeğimizi bitirmeden hemen önce çaydanlıkta çay demlemişti bile, yine kendimi düşünmekten alamadığım özellikle buralardaki “çay kültürü”nün güzelliği bende hayranlık uyandırmaya devam ediyor. Çaylarımızı içip kısa bir sohbetin ardından odalarımıza çekildik. Erken kalkmamız gerekmeseydi Elmas Abla, Reşat Ağabey ve Mustafa Dayı ile daha saatlerce oturup sohbet edebilirdik ancak yarınki yolumuz için mümkün olduğunca erkenden gün içinde aldığımız yiyecekleri çadır gruplarına paylaştırıp çantalarımızı hazırladık ve her şey hazır bir şekilde yataklarımıza geçtik.

8 Haziran

DSC_0580

Sabah 6 gibi Kuşaklı Kaçkar’ın manzarasına karşı uyandık, hava soğuk ve kapalıydı. Burada güneşli ve bulutsuz havayı bulmak gerçekten çok zor. Kalkar kalkmaz ilk iş eşyalarımızı dışarı taşıdık, böylelikle rahatlıkla kahvaltımızı yapıp bir şey unuttum derdi olmadan yola çıkabilirdik.  Bizim için yapılan ekmeklerin eşliğinde güzel ve bir o kadar da doyurucu, sağlıklı bir kahvaltının ardından saat 8 gibi yola çıktık. Hedefimiz Avusor Yaylasının üst kısmında bulunan göle ulaşıp, orada çadırlarımızı kurmaktı. Ama gitmeden, bize karşı misafirperverliklerini eksik etmeyen pansiyon sahiplerimiz-emekçilerimiz ile bir de hatıra fotoğrafı çekelim dedik. Fazla geç kalmamak adına hemen yola çıktık ve yolun büyük bir kısmında lider olarak önden ben yürüdüm ama sandığım kadar kolay bir şey olmadığını fark ettim. Biraz tecrübe edinip biraz da yorulduktan sonra sıramı tekrar ekip liderimiz Sönmez Hocamıza bıraktım. Kamp yükü ile yaptığımız yaklaşık 2 saatlik yürüyüşün ardından nihayet göle geldik. Bir an gölü göremediğimde karşımızda sadece dağlar varken yolun bizi daha nereye götürebileceğini kestirememiştim ancak göle vardığımızı anlayınca bu endişelerim de geçti. Gölün hemen çevresine kamp kurmanın özellikle geceleyin üşümemize sebep olacağı için gölden biraz uzak ama yine dereye ulaşmanın kolay olduğu bir yere çadırlarımızı bir yarım ay oluşturacak şekilde kurduk. Fazla zaman kaybetmeden eşyalarımızı içeri yerleştirip teknik malzeme olarak sadece kask ve kazmalarımızı yanımıza alarak yola koyulduk. Mümkün olduğunca grupta daha yavaş olan arkadaşlarımızı öne alarak ekibin daha dengeli bir hızla ilerlemesini sağladık. Bu yürüyüşümüzün amacı hem dağa uyum sağlamak hem de etrafı keşfetmekti. Keşfedilecek, görülecek birçok güzelliği olduğunu aşağıdan tüm ağırbaşlılığıyla orada duran dağlara bakarak da tahmin etmek zor değildi ancak daha yukarıya çıkıp o kocaman kaya parçalarının küçücük taşlara dönüşmesini izlemenin keyfi bir başkaydı.

İlk tepeye vardığımızda karşımızda aslında başta gitmek istediğimiz ama farkında olmadan yolundan saptığımız kuleyi gördük. Ekibin tamamının ipsiz çıkmasının zor olacağını düşündüğümüz için 3+ ile 4+ zorlukları olan bu kuleye hocamız flamamızı açarak KUDAK adına tırmanmış oldu. Fazla geçmeden geri döndüğünde ise arka tarafımızda kalan diğer tepeye doğru ilerlemeye karar verdik. İki tepe arasında kalan bellerde genellikle bir yanımız karla kaplı bir uçurumdan ibaret oluyordu bu yüzden buralardaki geçişlerimizi çok dikkatli yapmamız gerekiyordu. Özellikle bugün fark ettiğim şey bu tip tehlikeli yerlerde sadece kazmaya sarılıp yere vura vura ilerlemek yerine dik durup dengeli ve emin adımlarla ilerlemenin çok daha güvenli olduğuydu. Bu bellerden dikkatlice geçerek her tepeye varışımızda karşımızda bir başka tepe daha gördüğümüz için o tepelere de ilerledik. Böylece bugün farkında olmadan bir kalp şeklini andıran Göl’ün etrafında, genişçe bir yarım ay şekli oluşturacak biçimde yaklaşık 6 zirve yapmış olduk. Bazı zirvelerde bir yanı yeşermiş kaya parçaları, bazılarında ise sadece bir tepe vardı. Yol boyunca aşağıda görmenin mümkün olmayacağı canlı mavi, mor, sarı ve pembe renklerinde küçük çiçekler vardı. Her birinden koparıp bir kitap arasında kurutmak geçse de içimden doğada sadece misafir olduğumuzu hatırlayarak bu fikrimden derhal vazgeçtim. Bazen türkü söyleyerek, bazen birbirimize anlattığımız şeylere gülerek, bazen de sessizlik içinde derin düşüncelerle yürüdük. Doğadayken gördüğünüz her kaya parçası, ot, çiçek, böcek, sizi bambaşka düşüncelere sürükleyebiliyor ve kendinizle konuşma fırsatını buluyorsunuz. İşte doğada olmak benim için bu yüzden bu kadar güzel, mantıklı kararlar verebildiğim tek ortam burası…

Yaklaşık 5 saatlik yürüyüşümüzün ardından kamp alanımıza çok yaklaştığımızda birden dolu, ardından da yağmur yağmaya başladı. Neyseki kasklarımız takılıydı da dolu bizi fazla etkilemedi. Kamp alanımız yalnızca birkaç metre ötemizdeyken sis de geldi ancak kamp çadırlara bu kadar yakın olmamız onları bulmak konusunda bize sorun yaşatmadı. Tekrar çadırlarımıza yerleşmeden yiyecekleri tekrar iki çadır grubu birlikte yiyecek şekilde hazırladık ama sonra çadırlar yakın hava da kuru olduğu için iki grup arasında yiyecek alışverişi de yaptık. Çorbalı, bulgurlu ve makarnalı yemeklerimizi yapıp yedikten sonra pansiyondaki sıcak atmosferimizi tekrar yakalamak adına göl kenarında hep beraber oturup su kaynattık ve azalan çaylarımızı karıştırarak birer ikişer bardak çay içip içimizi ısıttık. Artık çayımızı idareli kullanmamız gerekiyordu. Çaylarımızı bitirince ister istemez üşümeye başladık. Havanın da kararmasıyla birlikte hep beraber çadırın birine doluşarak, çoraplarımızın pek sevimli olmayan kokusu eşliğinde sohbet ettik. Filmlerden, Betül’ün hikayesinin geri kalanını tahmin etme oynundan konuştuk ve hazır önümüzdeki senenin yönetim kurulunun hemen hemen tamamı oradayken geçtiğimiz senelerde nelerin yapıldığını, önümüzdeki sene nelere önem vermemiz gerektiğini, neler yapabileceğimizi konuşmuş olduk. Ne yazık ki erken kalkmamız gerektiği için erken yatmamızın önemini vurgulayıp sessizlik saati ilan etmek zorunda kaldık. Yani herkes çadırına gidip, yattı…

9 Haziran – Zirve Günü

DSC_0600

 Sabah 08.00 itibariyle uyandık ve açık bir hava altında topluca kahvaltı yaptık. Daha sonra geceden hazırladığımız zirve çantalarımızın son kontrollerini yaptıktan sonra ekip olarak toplandık. Bugün daha önceki tırmanışlarımızdan farklı olarak kramponlarımızı kara çıkınca değil, kamp yerinde yola çıkmadan önce taktık ve saat 10:00 gibi kamp alnımızdan harekete başladık. Rota çok dik olmasa da lokal-santral tekniğini kara ayak bastığımız yerden(çadırların 300-350 metre uzağı) itibaren uygulamaya başladık. İlk olarak Can iz açarken ekip liderimiz sürekli artçı olarak geldi. Yer yer miks(kaya-kar-buz) tırmanışıyla karşılaşsak da daha çok kar parkurunu tercih ediyorduk. Rota bele kadar hafif sağa kıvrımlıydı ve batı tarafında olduğundan güneşi arkamıza almış olduk ki bunun için şanslıydık. Bele son 150 metre kala Alamet’in uyarısıyla daha önce kullanmaya alışık olmadığım GoPro’yu açarak kayıta başladım. Nihayet kar parkurundan kayaya geçtiğimiz zaman yaklaşık 10 dakikalık bir mola verdik. Mola sırasında suyumuzu ve tabiki çayımızı içtik, yanında ise bisküvilerimizi yedik. Enerjimizi topladığımıza tekrar ikna olunca harekete geçip saat 12:30 gibi bele ulaştık. Burada fotoğraflarımızı çekindikten sonra hareket planımızı konuşmaya başladık. Can, Alamet ve Betül kesin olarak geri döneceklerini belirttiler ancak Merve ve Cihan kararsızdı. Böyle bir ortamda nereye gidilebileceğini konuşup sol tarafımızda kalan bir zirvenin güneybatı rotası üzerine karar verdik. Aslında başlangıçta çıkmayı planladığımız, sağımızda kalan zirveyi gerek malzeme azlığı, gerekse rotanın zorluğu ve ekibin yorgunluğu sebebiyle terih etmedik. Beldeyken bakınca aşağıdan göründüğünden çok daha zor bir rotaya benziyordu. Çıkmaya karar verdiğimiz rotaya da kimlerin geleceği henüz kesinleşmemişti. Sönmez Hoca kimlerin geleceğine dair etrafına bakarken göz göze geldiğimizi hatırlıyorum ve ikimizin de gözlerimizdeki kararlılık çok net okunuyor olacaktı ki konuşmamıza bile gerek kalmadı. En sonunda Merve, Cihan, Nursen ve ben, hocamızın liderliğinde parkura girerken aşağıya inecek olan Alamet, Betül ve Can ile iletişimi koparmamak adına telsizleri açıp frekansları kontrol ettik (Telsizlerden biri hocada, biri bende, diğeri de Alamet’te idi). Bu sefer  girdiğimiz rota bele gelirken kullandığımız rotaya göre çok daha dikti ve lokal-santral tekniği ile mümkün oldukça dik ilerleyerek irtifa kazanmaya başladık ve eğimin iyice arttığı noktaya geldiğimizde ise ip açmaya karar verdik. Bu noktada ekip liderimiz bendeki 2 adet yarı teknik kazmayı, ekspres, takoz, perlon ve yardımcı ipler başta olmak üzere hepimizden üzerimizdeki malzemeleri alarak yükselmeye başladı. İpin son metrelerinde, göz teması kurmamızın mümkün olmadığı zamanlarda, telsizle iletişim kurduk ve ilk emniyet noktasını kurulduktan sonra sırasıyla Nursen, Cihan, ben ve Merve yükselmeye başladık. 1. ip boyunu bitirdikten sonra emniyet noktasında hepimiz sabit emniyete girdik ve bundan sonra hoca benim artçı olmamı istedi. 1. ip boyunda olduğu gibi 2. ip boyunda da aynı şekilde yükselmeye başladık fakat bu sefer pursik emniyetine gireceğimiz nokta oldukça sıkışık olduğu için biraz zorlansak da Cihan, Nursen, Merve ve ben sırasıyla yükselmeye başladık. Aşağıda malzeme toplama esnasında takozu çıkarırken çok zorlanmama rağmen çıkardım malzeme bırakmadan kaldığım yerden devam edip ekibi 2. ip boyunun sonundaki emniyet noktasında yakaladım ve topladığım malzemeleri lidere teslim ediyordum..

2014-06-09 14.06.16

Rota 50 ile 65 dereceli bir eğimden oluşuyor. Yaklaşık 6 ip boyu… Sönmez Hocamızın emniyet noktası kurduğu 3. ip boyunu tamamlamak üzereyiz.

Bu sırada eğim giderek artıyor, kaya diplerinde olduğumuz ve zaman zaman beklememiz gerektiği için rota zorlu yüzünü gösteriyordu. Tüm bunlar olurken, kaskıma takılı olan GoPro ile kayıt yapmayı da ihmal etmiyordum. 3. ip boyuna geçerken bir nokta vardı ki adımını atan herkesi içine düşüren bir yerdi. Ekibimizin en olumlu yönü olan uyum sayesinde sürekli moral ve motivasyonumuz yer yer ayaklarımız donsa bile üst seviyedeydi ve artık emniyete girip-çıkma ve yükselme konusuna adapte olduğumuz için çok daha hızlı hareket edebiliyorduk. Dağa uyum(aktimilizasyon) sürecini önceden tamamladığımız için ekipte herhangi bir fiziksel sorun yaşamadık.

2014-06-09 15.31.20

Yaklaşık 65 dereceli eğimden oluşan, rotanın en dik yeri diyebileceğimiz noktada, 5. ip boyunu tamamlamak üzereyiz.

Daha sonra toplamda 5 ip boyu yol alarak bir kaya parkuru ve zirvenin yaklaşık 7-8 metre altına kadar gelmiştik. Yalnız buraya gelirken son ip boyunca sürekli olarak “Kılçık” olarak tabir edebileceğimiz çok sivri bir rotadan ilerledik.

DSCN0468

6. ip boyunu tamamlamak üzere, kılçığı geçerken… Zirveye az kaldı.

Herkes rotanın artık sonuna yaklaşmış olmanın verdiği sevinçle birbirini tebrik etti ve 6. kere ipe girerek zirveye ulaştık. Zirveye çıkarken fark ettim ki yer de yoktu zaten yukarıda. Ben zirvede duran 4. kişi olsam da yan yana durmamız mümkün değildi. Burada yaşadığımız heyecan acaba zirveye ulaşan ilk ekip mi olduk sorusuyla ilgiliydi.

8229Zirvedeyken kamp yerine ulaşan diğer üç arkadaşımıza telsizle haber verdikancak telsizler arası uzaklık çok olduğu için sesler tam aktarılamıyordu, bu nedenle güneş ışınlarını telefon ekranıyla kamp alanına yansıtarak yerimizi aşağıdakilere göstermiş olduk.
Zirvede bulduğumuz bir kağıt parçası buraya çıkan ilk ekip olmadığımız kanıtladı. Kağıtta yazılanları, arkamızı verdiğimiz, muhteşem Kuşaklı Kaçkar manzarasında okuduk. Kağıttaki yazılar büyük oranda silindiği ve mürekkebi yer yer aktığı için yalnızca yazının bir parçasını okuyabildik, onda da tırmanan ekibin zirveye varana kadar epey zorlandığını ve bunun sebebinin ellerini attıkları ve ayak bastıkları tüm taşların oynuyor oluşuymuş. Bundan hareketle, önceki ekibin zirveye bizim çıktığımız kulvar parkurundan değil, çok daha az karın olduğu farklı bir taraftan çıktıklarını düşündük. Büyük ihtimalle bu rotayı-kulvarı kullanarak buraya ilk çıkan ekip biz olduk. Yada çıkan olduysa kar eridikten sonra olmuştur, yorumunda bulunduk. Genelde bizim gibi haziran başında değil, yaz ortasında dağcılar buralarda fink atıyor.

DSCN0552

Merve, Cihan ve Nursen istasyonda ekspres emniyetinde, Sönmez Hoca yarım kazık kullanarak Deniz’e kılçıktan inerken ip veriyor.

Kayadan perlonla aldığımız emniyet noktasında karabina üzerinden yarım kazık ile aldığım emniyetle ekip liderimizin alçalmasını sağladıktan sonra grubun geri kalanı 15’er metre aralıklarla inişe geçti ve herkes inişini bitirdikten sonra ben bütün malzemeleri üzerime alıp psikolojik ip emniyetinde inişe geçtim. Ben inişimi bitirdikten hemen sonra, hoca bir sonraki ip boyu için inişe geçiyordu. Böylece toplamda 6 ip boyunda belin 100 metre kadar altına ulaştık ve hava artık kararmaya başladığı için daha da hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Hatta ip emniyetinde zaman kazanmak için ben iniş yaparken hocanın bir sonraki ip boyuna geçtiği bile oldu… Artık iniş vaktiydi, saat 16:30 olmuştu bile ve tekrar pursik emniyetiyle düzlük bir alana indikten sonra yemek molası verdik ve inişte kullanacağımız tekniğin üzerinden geçtik ve hemen hızlıca harekete geçtik. Bu sırada havanın kapatması hiç de işimize gelmemişti fakat bu olay grubun hızlanmasına vesile olmuştu. Her şeyden önce güneşin batışı her yeri kırmızı – turuncu tonlarına çevirmişti ve biz bulutların çok yukarısında dağların arasında bu manzaraya karşı durduğumuz için çok şanslıydık.

DSCN0577DSCN0580

 

Merve, Cihan ve Nursen emniyet noktasında ekspres emniyetinde. Merve sekizliyi kullanarak liderin bir sonraki emniyet noktasına gidebilmesi için ona ip veriyor, Cihan Deniz’in inişi için ATC yardımıyla ipi topluyor.

Nihayet inişi daha az tehlikeli olan eğimlere geldiğimizde iple işimiz bitti ve ipi toplayarak Merve’nin çantasına koydum. Ne yazık ki bu olay bizim grubun yaklaşık 3-4 dakika kadar gerisine düşmemize sebep oldu fakat inişin büyük bir çoğunluğunu kayarak yaptığımız için bu durum sorun olmadı. Ayağımızda hala kramponlar olduğu için karanlıkta görmediğimiz kardan kayaya geçişlerde takılıp düşme riski yüksek olduğu için dikkatli olmamız gerekiyordu. Hiçbir sakatlık yaşamadan sağ salim gerçekleştirdik. İnerken kamp yerindekilere haber verdiğimiz için hem yemek yapmaya başlamış hem de bizi karşılamaya gelmişlerdi. Artık düzlüğe ulaşmıştık ve kaya olduğu için olası bir bilek burkulmasına karşın kramponlarımız çıkardık ve Alamet’in yanıp sönme halinde bıraktığı 2 kafa feneri sayesinde rotaya bakmaya bile gerek kalmadan kamp yerimize ulaştık. Bu sefer yemeği biz yapacaktık ve çok eğlenceli bir ortamda aynı çadırda 6 kişi yemeği hazırladık. Çadırlara servis işini Cihan yaparken, deli gibi yağmaya başlayan yağıştan nasibini fazlasıyla alıyordu. Artık bu andan sonra yaşayacağımız hiçbir şey moralimizi bozamazdı çünkü zor ve teknik bir rota çıkmıştık. Yemekten sonra herkes mutluydu ve muhabbet de çok güzeldi. Daha sonra önümüzdeki sene için yapılacaklar hakkında bir toplantı yaptıktan sonra herkes çadırlarına uyumak için çekildi ve gece eşine az rastlanır bir fırtınanın ortasında kaldık. Bu durum bende acaba biz bir bulutla birlikte diğer bulutlarla savaşa mı girdik duygusu yarattı. Daha sonra Can’dan öğrendiğimiz kadarıyla şimşekler hemen yanımızdaki tepeye düşüyormuş. Ben fazla ışıktan uyuyamadığım için kafamı uyku tulumunun içine sokmak zorunda kaldım. Sonra ne kadar güzel ve unutulmaz bir gün geçirdiğimi düşünürken uyuya kaldım…

10 Haziran

(Nursen)

Dünkü dönüşümüzden sonra ayakkabıdan içliğe kadar ıslanan her şeyi sabah güneşin çıkmasıyla taşların üzerine yerleştirerek kurumasını bekledik. Bu esnada her çadırdan bir mat çıkarıp yere serdik ve kalan malzemelerimizle kahvaltımızı faaliyetimizin “dağ etabı”nın bitişini kutlar gibi hep birlikte hazırlayıp hep birlikte yedik.

DSC_0739

Kahvaltımızı kısmen karla kaplı eşsiz güzellikteki dağların arasında yapmanın keyfi bir başkaymış!

Karadeniz dağlarındaki bu değişken havaya o kadar alışmışız ki bu sabahki havanın dün geceki fırtınalı havadan çok daha farklı olması bizi artık şaşırtmıyordu bile. Sıcak güneşin altında kemiklerimize kadar ısındıktan sonra kalkmaya ve eşyalarımızı toparlamaya karar verdik. Artık alıştığımızdan olacak ki bize ağır bile gelmeyen kamp yüklerimizle pansiyona doğru yola koyulduk. Yaklaşık bir buçuk saat süren, pek de mola verme gereği duymadığımız yürüyüşümüzün ardından, Elmas Abla, Reşat Ağabey ve Mustafa Dayı bizi merakla bekliyordu. Yaylanın minik köpeği Duman da çatıya çıkmış bizi karşılar gibi havlıyordu. Dışarıda selamlaşıp biraz soluklandıktan sonra eşyalarımızı tekrar odalarımıza çıkardık.

Günlerdir durmadan yürüyor oluşumuza aldırmadan Sönmez Hoca, Merve, Deniz ve ben batonlarımızı alıp, daha dik bir yaylada bulunan Altıparmak Dağ silsilesinin dibine kadar yürüyüp geri dönelim dedik. Bu plan doğrultusundaki yürüyüşümüz, tepeye vardıktan sonra altımızdaki uçurumu andıran tarafa doğru Dadala Pansiyon yazan bir ok görmemizle son buldu. O tarafa gidemeyeceğimizi anlayınca tekrar dönmeye karar verdik ancak bu dönüşümüzü hemen irtifa kaybederek değil de, tepelerden giderek yapmayı tercih ettik. Şansımıza geldiğimiz tepelerden birinde telefonumuz çekiyordu, böylelikle yakınlarımızla konuşup her şeyin yolunda olduğu bilgisini paylaşabildik. Ne yazık ki burada pek çok yerde olduğu gibi pansiyonda da telefonumuzu kullanmamız mümkün değildi, bu nedenle burada telefonumuzu kullanmak evde bizim için endişelenebilecek olanların yüreğine su serpmiş olduk. Sisin dakikalar içinde artması dönüşümüzü zorlaştıracağı için hızlıca dönüş yoluna geçtik. Her ihtimale karşı işaretlemeler yaparak  yanımızda GPS taşıdık. Bir ara çok yoğunlaşan sis görüş mesafesini yaklaşık 3 metreye kadar düşürmüştü, bu sebeple aramızdaki mesafeyi fazla açmamamız gerekiyordu ancak bir yandan da hava kararmadan dönmemiz gerektiği için hızlı hareket etmek zorundaydık. Ayrıca kısa bir yürüyüş olacağını düşündüğümüzden dolayı da yanımıza yiyecek bir şey almadık ve bu çok acıkmamıza sebep oldu. Bol bol sohbet etme fırsatı bulduğumuz ve yine kendi düşüncelerimizle de başbaşa kalabildiğimiz birkaç saatlik yürüyüşün ardından pansiyona vardığımızda herkes duş ve yemek için bizi bekliyormuş meğer. Fazla zaman kaybetmeden hemen sırayla duş aldık ve yemeklerimizi yedik. Bugün daha aç olduğumuzu düşünüyorum ki yemekler daha fazla olmasına rağmen bize sınırsız gibi gelmedi. Elmas Abla haklı olarak kıtlıktan çıkıp çıkmadığımızı sordu. Yemekten sonra her zaman yaptığımız gibi çok miktarda çay tüketip sohbet ettik. Sanırım yalnızca bu akşam 7-8 bardak çay içmiş olabilirim. Çayın yanında gittiğimiz yerleri harita üzerinde tekrar gördük ayrıca ellerimizdeki iplerin mevcut düğümlerini çözüp dağcılık ve tırmanışta kullandığımız düğümlerinin üzerinden geçtik bir de Reşat Ağabey’den bir çeşit germe bağı öğrendik.

Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz. Yarın geri dönüyoruz, erkenden yola çıkacağız. Bu nedenle her zaman yaptığımız gibi erken yatmamız gerekti.

11 Haziran – Dönüş Günü

Sabah 6 gibi uyanıp çantalarımızı hazır hale getirdik ve saat 7 gibi kahvaltımızı yapıp pansiyondaki bütün malzemelerimizi servise yerleştirdik. Serviste özlemini duyduğumuz Karadeniz şarkıları eşliğinde, keyifle geçirdiğimiz bu haftayı kutlar gibi eğlendik. Bu eğlenceli servis yolculuğumuz esnasında Sönmez Hocamız tek tek değerlendirmeleri yaparak faaliyeti resmen sonlandırmış oldu.

Ayder’den geçtiğimizde hediyelik eşyaların bulunduğu bir dükkana girip birkaç anı niyetine eşya alıp bir de çay içip Ayder’den de ayrılmış olduk. Ama bu Ayder’e son gelişim değildi, bunun garantisini verebilirim! Yol boyunca birkaç kere durduk. İlk önce çay sonra bal almak için durduk. Bal alınacağı zaman herkes benim bal sevgimi bildiği için bütün balı alıp kimseye bir şey bırakmayacağımı düşünüyordu ancak iki kavanozla yetinmesini bildim. Alışveriş faslımız bittikten sonra bizi Hopa’ya ilk geldiğimizde alan Tamer Ağabey’i almak için bir durakta bekledik. Tamer Ağabeyin gelmesi servisimize bir başka neşe kattı, onun önderliğinde 17 kişilik bu servisimizde horon vurduk(öğrendik), şarkılar söyledik, fıkralar dinledik… Hopa’dan kalkacak otobüsümüze daha vakit kaldığı için de Hopa’ya yakın bir yerde yine dere boyunca ilerledik, gördüğümüz eski taş köprülerde fotoğraf çektik ve vazgeçilmezimiz olan çaylarımızı bir çay bahçesinde içtik. Bu sefer çaya fazla zaman ayıramadık çünkü dönüş saatimiz yaklaşıyordu. Böylece buradan ayrılıp Hopa Limanı’na gittik. Çantalarımızı bagaja vermek üzere son düzeltmeleri uzun uzun yaptık, bagajlarımızı görevlilere verdik. Ve bir daha kayıp bagaj sorunu yaşamamak dileğiyle Batum’a doğru yola çıktık. Küçük bir uçak ile İstanbul’a döndük.

Gelirken yaşadığımız aksilikleri çoktan unutup her şey ve herkes tam bir şekilde yaşadığımız şehre döndük. Uçaktan indikten sonra uzun bir pasaport kontrol sırası bekleyip bagajlarımızı almak üzere banda geçtik. Çantalarımız önce uzun bir süre gelmedi, geldiğinde de ilk çantanın ipleri bir yerlere takıldığı için banda inemedi, inemediği gibi bütün bandın ilerleyişini de durdurdu… Bir görevli işe el atana kadar bekledik, yetkili ağabeyimizin işe el atmasıyla bant yeniden çalışmaya başladı, çantalarımız da tek tek geldi.

Herkes vedalaşıp şehrin dört bir yanına dağıldı ve böylelikle KUDAK, 2013-2014 dönemine ait faaliyetlerini birkaç faaliyet niteliğinde olan bu Kaçkarlar Faaliyeti ile bitirmiş oldu.

Faaliyetin tüm katılımcılarına grubumuzdaki enerji hiç kaybolmadığı ve çok keyifli bir faaliyet yaşattıkları için teşekkür ederiz…

Raporu Hazırlayanlar : Nursen Yılmaz, Betül Boran, Deniz Urut ve Sönmez Erkaya

 

Yorum

*

captcha *

nakliyat evden eve nakliyat antakya evden eve nakliyat