Koç Üniversitesi

Erciyes Dağı Şeytan Rotası Tırmanışı

Tarih: 6-7 Temmuz 2013

Ekip Lideri: Sönmez Erkaya

Faaliyet Sorumlusu: Murat Aydemir

Faaliyete Katılanlar: Sönmez Erkaya, Barış İlgar, Murat Aydemir, Özge Bitik, Merve Şahin, Tarık Tuna, Ayberk Çatar

Kullanılan Malzemeler: Baton, kazma, krampon, kask

 

image001

Cuma akÅŸamı ana kampüsten 21:30 da çıkışımızı yaparak yoldan diÄŸer arkadaÅŸlarımızı da alıp önümüzdeki tahmini 12 saatlik yola koyulduk. Seçilen arabanın konforu şöförün de ustalığı ile birleÅŸip molalarda gayet yerinde olunca yolculuk herkes için neÅŸeli ve rahat geçti. Sabah saatlerinde Kayseri’ye girerken o yanlız, maÄŸrur devi gördük, daha sonra ÅŸehir merkezine girip alışveriÅŸimizi yaptıktan sonra adet üzeri tırmanış için geldiÄŸimiz her ÅŸehire özgü damak tadını tatmak için öncü birliklerimizi yollayıp(ben,özge) saha araÅŸtırması yaptık ve Kayseri’ye özgü pastırma ağırlıklı kahvaltı yapan bir yer bulduk. Fakat sonuç oldukça büyük bir fayasko oldu! Güveçte yapılan yumurta kombinasyonu korkunçtu, kıvrak zekaları ile tanınan Kayseri halkı güvecin fırından çıktıktan sonra dahi tuttuÄŸu ısıyı hesaba katamamışlardı ya da baÅŸka bir nedeni vardı. Sonuç olarak kömürleÅŸmiÅŸ pastırmalarımızı izci mantığıyla yedikten ve gerekli dersleri çıkardıktan sonra, daÄŸa doÄŸru hareketimizi sürdürdük. Ä°lk dikkatimizi çeken ÅŸey dağın eteÄŸindeki çarpık turizm yapılaÅŸması oldu; Kartalkaya’nın kötü bir kopyasıydı. DaÄŸcılık federasyonun dinlenme tesisinde son hazırlıklarımızı yapıp ekipmanlarımızıda giyip kuÅŸandıktan sonra Sönmez hocanın bahsettiÄŸi o hoÅŸ süprizle karşılaÅŸtık: kayak teleferikleri! Ä°lk kez bir dağın ilk etabını yürümeden çıkacaktık, tabi haliyle ekibi bir mutluluk dalgası sardı çünkü dağın eteÄŸi oldukça geniÅŸti, yol uzundu ve biz buna hazır olsak da bu sürprizi memnuniyetle karşılayıp teleferiklere çantalarımızla  ikiÅŸerli gruplar halinde bindik. Ah ne güzel ÅŸeymiÅŸ oysa ki, bu ÅŸekil bir tırmanış, gücünün en önemli kısmını baÅŸta eritmeyip  asıl teknik tırmanışa saklamak. Yolculuk epey zevkliydi. Vadinin yankısının tadını çıkarıp sevdiÄŸi ÅŸarkıları bağıra çağıra söyleyenler de oldu, aklı Taksim de yaÅŸanılanlarda olup heryer Taksim, heryer direniÅŸ! diye bağıran arkadaÅŸlarımız da. Derken Özge arkadaşımızın kendine has o ilginç çığlığı ile irkildik, gösterdiÄŸi yere bakınca yöreye has çayır köpeÄŸi denilen her ne kadar topraÄŸa uyum gösterseler de sincapgiller familyasından olan bu sevimli hayvanları gördük. Normalde çok temkinli olan bu hayvanlar üstlerinden geçip giden insanlara karşı tepkisiz bir ÅŸekilde davranıyorlardı. Hemen fırsattan istifade bir kaç resimlerini çektik, o kadar rahattılar ki insan poz verdiklerini düşünebiliyor. Derken başımı yukarı kaldırdığımda dağın gerçek yüzünü gördüm. Åžimdi daha büyük ve daha maÄŸrurdu. Ä°ÅŸte o an insanın için de bir acaba beliriveriyor, acaba bize zirvesini verecek mi? Eski kadim toplumların neden daÄŸlara Tanrısal anlamlar yükleyip onları kutsal saydıklarını insan böyle anlarda anlayabiliyor. Biz bu daÄŸa sadece tırmanış için gelmiÅŸtik ve yaklaÅŸtıkça nefesimizi kesiyordu. O insanlar böyle daÄŸların eteklerin de bir ömür geçiriyorlardı ve bu öyle bir yapıydı ki asla uyum gösterip normalleÅŸemez bir algı yaratıyordu. O zamanlarda böyle bir dağın eteÄŸinde ki yaÅŸamı düşündüm. Elbette vadilerden akan buz gibi temiz sular, hayvanlar için otlaklar, elveriÅŸli korunaklı yaÅŸam alanları ve avlakları ile cezbedici avantajları vardı fakat volkanik patlamalar, depremde düşen koca kayalar, sellerde kayan toprak, çığlar… Sanırım insanlığın daimi olarak daÄŸları kutsal bulmasının sırrı sadece ulaşılmaz olmalarından deÄŸil verdiklerini acımasızca alan Titan Tanrıları gibi hergün karşımızda dimdik durmalarından ileri geliyor ve bu dile getirilmeyen içsel bir saygıdan ötürü, gücü ve kudreti sembolize eden objelerin çoÄŸu doÄŸadan seçiliyor. Çünkü doÄŸa kontrol edilemez ve adildir… Bu düşüncelere dalmışken Özge arkadaşımızın ikinci çığlığı ile irkildip bakınca teleferik yolculuÄŸunun bittiÄŸini anladım. Ä°nip ekipmanlarımızı sırtlamışken ikinci süprizle karşılaÅŸtık. Bir kez daha teleferiÄŸe binecektik bu sefer ki , bizi daha dik ve uzaÄŸa götürecekti! Seve seve kabul edip atladık ve yükselmeye baÅŸladık ve biraz önce düşündüğüm ÅŸeyleri bizzat yaÅŸamaya baÅŸladım: daÄŸlar kutsaldı, ulaşılmazdı ve kesinlikle saygı duyulması gereken ÅŸeylerdi… Çünkü başımda korkunç bir aÄŸrı baÅŸladı, ÅŸakaklarım zonklamaya gözlerim ağırmaya baÅŸladı. Teleferikle çabuk bir ÅŸekilde alınan irtifanın etkilerini görmeye baÅŸlamıştım. Neyse ki yolumuz az kalmıştı. AÅŸağıdaki çayır köpeklerinde bir panik havası gözüme çarpınca göğü taramaya baÅŸladım ki, bunun anlamını biliyordum. Ama bu kadarını beklemiyordum çünkü gördüğüm Dünya’nın en büyük ÅŸahini olan ve asıl yaÅŸam alanı Anadolu olan KızılÅŸahindi. Kocaman bir uçurtma gibi tepemizde havada asılı duruyordu, baÅŸ aÄŸrım o an geçti. Ardından teleferiklerden inip öğleden once kamp yerimize varmanın heyecanı ile yürümeye baÅŸladık. 2 saate yakın bir yürüyüşten sonra kamp alanımıza geldik. Yanından bir su yolu geçen havadar, güzel zemini olan bir alandı. Hemen çadırlarımızı kurup yemek iÅŸine koyulduk ve harikalar yarattık, bulgur dahi vardı menüde. Yeterli sıvı tüketince başımdaki aÄŸrı bir nebze azalmıştı, fakat daha sonra yaÅŸayacaklarımın yanında bunun hiçbirÅŸey kalacağını daha bilmiyordum. Biraz üstümüzdeki çadırdan Yunan bir daÄŸcı bize merhaba demek için geldi. Biraz onunla konuÅŸup daÄŸ hakkındaki eksik bilgisini giderdikten sonra yemeÄŸe geçtik. Ardından kamp yaÅŸamının en güzel anları olan mütevazi ateÅŸimizin basinda çay ve çekirdekli yüksek irtifalı muhabbetler baÅŸladı, derken sessizlik saati…

image002

2 buçuk civarında kalkıp hazırlıklarımızı yapıp yola koyulduk. Zemin gerçekten çok zorluydu. DeÄŸil yürümek dengede kalmak bile meseleydi. Keskin taÅŸlar ayaklarımızın aldında kayıp duruyordu ve ilk molada sıvı takviyelerimizi yapıp biraz atıştırdıktan sonra kramponlarımızı takarak tırmanışa devam ettik. BuzlaÅŸmış karı ayaklarımızın altında hissetmekten hepimiz mutluyduk. Çünkü taÅŸ zeminde yürümekten daha az denge gerektiriyordu. Rotamız klasik rotanın doÄŸusunda kalan Åžeytan rotasıydı, eÄŸimi %65 olan zorlu bir rotaydı bu. Farklı bir rotadan çıkmanın verdiÄŸi heyecanla ÅŸakalar ve gülüşmeler ile harekete geçtik. Kardaki pembeleÅŸme ve arkamızdan esen hafif bir meltem bize tırmanışların deÄŸiÅŸmez güzel klasiklerinden birinin tam o anda yaÅŸanmaya baÅŸladını haber verdi, güneÅŸ doÄŸuyordu… Bir dağın üstünden güneÅŸin altınızda doÄŸmasını izlemek mükemmel bir deneyim. Isının da artması ile canlanıp fotoÄŸraflarımızı çekip tırmanışımızı sürdürdük. Önümüzde duran derin boyunu geçerken Sönmez hoca’nın bir önceki akÅŸam ateÅŸ başında anlattığı hadiseler olmaya baÅŸladı. GüneÅŸin doÄŸması ile üstlerde ısınan kayalardan kopmalar baÅŸ gösterip aÅŸağıya kayalar ve taÅŸlar yuvarlanmaya baÅŸladı. Bunun eÄŸitmini daha önceden aldığımızdan birbirimizi TAAAAÅž GELÄ°YORRR SAÄžDA-SOLDA diye bağırarak uyararak tırmanışı sorunsuz bir ÅŸekilde sürdürdük. Ekibimiz daha önceden deneyimleri olan tabiri caizsse çekirdek bir kadrodan oluÅŸmuÅŸtu, kondüsyonumuz yüksekti ama bu herÅŸey demek deÄŸildi. Bunu geçmek bilmeyen baÅŸ aÄŸrıma eklenen ÅŸiddetli mide bulantısı ve baÅŸ dönmesiyle acı bir ÅŸekilde anlamıştım. Sorunun ne olduÄŸunu bir türlü anlayamıyordum! Ve önümüzdeki duvar gibi duran yükseltiye az kalmıştı dayanmak ve odaklanmak gerekiyordu hepimiz heyecanlanmıştık. Az kalmıştı ve alabilirdik zirveyi. Ekip ruhunun bünyesinde bulunan yardımlaÅŸma mükemmeldi, herbirimiz attığımız her adımda yanımızdaki arkadaşımızı düşünerek hareket ediyorduk. Fazla yüklerimizi de bıraktıktan sonra yapılacak tek ÅŸey biraz daha mücadele edip uzanıp zirveyi almaktı. Murat ve Ayberk arkadaşımız tırmanışın başından beri artçıydılar son etapta Ayberk arkadaşımız iz açıcı olarak öne geçerek epey bir efor sarfederek duvarı ilk aÅŸan oldu ve çıkmıştık, manzara nefisti. Gene o bilindik sevinç anları derken bir süpriz karar daha alınarak ilerde bir zirve daha olduÄŸundan ve oraya da çıkılması kararı alındı. Bu kadar süprizden sonra bu daÄŸ gözüme Kinder çikolata gibi görünmeye baÅŸladı. Fakat zirve önümüzde bizi çağırıyordu, bu daÄŸ bizi en güzel köşesin de misafir etmek istiyordu ve hava da mükemmeldi, manzara eÅŸÅŸizdi, motivasyon tamdı, her ÅŸey mümkündü ve biz sadece mantıklı olanları yaptık. Tırmanış bir kez daha baÅŸladı. Sırt, korku filmlerinde boy gösteren karanlık ÅŸatoların gayet dik ve keskin kenarlı köprüleri gibiydi. Çok aÅŸağılarda bıraktığımız batonların yerine aldığımız kazmaları aktif bir biçimde kullanarak arkadaÅŸlar zirveye ulaÅŸtı. Ekip tebrikleÅŸme seramonisi baÅŸladı. Ben heniz varmamıştım çünkü zirve ÅŸaşırtıcı ÅŸekilde dardı ve tabiri caizsse emanet duruyordu. Birbirine yapışmış taÅŸlardan yapışmış bir lego gibiydi. Uzaktan resimlerin çekilmesi gerekiyordu ve bunun için onları kıskanarak mutsuz bir ÅŸekilde, poz vermelerini izleyerek fotoÄŸraf çekimleri yaptım. Aktif olarak mazisi çok yeni olsada bu maziye daÄŸcılık camiası içinde, gerek tırmanışlar gerek seçilen rotaları ile haklı bir yer edinen KUDAK’ın bayrağı bir dağın daha zirvesindeydi! FotoÄŸraf çekimi bittiÄŸinde ben de zirveye tırmandım ve bu hazzı doyasıya yaÅŸadım ve adetim olduÄŸu üzere ManOwaR bayrağımı bir dağın daha zirvesinde dalgalandırdım. Adını Valhalla koyduÄŸum bu projede heavy metalin en büyük grubu olan ManOwaR’un bir fanı olarak bu bayrağı çıktığım her dağın zirvesine taşıyıp daÄŸların yüksekliklerinin toplamı 100000 metre olana kadar yapacaktım, bu da benim projem, ManOwaR 1984 çıkışlı Mountains ÅŸarkısını tüm daÄŸlara ithaf etmiÅŸtir. Ben de tüm tırmanışlarımı ManOwaR’a. FotoÄŸraflar çekildi ve tırmanışın en riskli kısmı olan iniÅŸ baÅŸladı. Havanın dönmesinden korktuÄŸumuz için tırmanırken acele ettiÄŸimiz yerlerden ÅŸimdi rahat bir ÅŸekilde iniyorduk. Bol bol fotoÄŸraf çektik, iniÅŸin 2.etabında başım iyiden iyiye dönmeye ve bulantım dayanılmaz olmaya baÅŸladı, sonunda yediklerimi çıkarınca ne olduÄŸunu anlayabildim. Kumanyamdaki sandviçlerim bozulmuÅŸ ama karanlıkta ve aceleyle tırmanırken bunu anlayamadan birini yemiÅŸtim. DaÄŸcılık güç ve dayanıklılık olduÄŸu kadar akıl ve zekada iÅŸiydi ve bu tırmanışta ben bundan yoksundum. Son anda acele ile doldurulan bir çantanın sonuçlarına katlanmam gerekiyordu, artık biliyordum, misafirliÄŸe nasıl eli boÅŸ gidilmez ise daÄŸa da boÅŸ bir kafa ile çıkılmazdı. NeÅŸemi yerine getiren tek ÅŸey ekibin geri kalanının zinde ve neÅŸeli olmasıydı. Dik eÄŸimli iniÅŸ rotasını kazma eÄŸitimlerimizi aktif bir ÅŸekilde kullanarak geçip kampa vardık. Biraz dinlenip kampı söküp ovaya doÄŸru iniÅŸe geçtik. Fakat rotada olmayan bir yolu seçtiÄŸimizden iniÅŸ çok zorlu geçti. Dağın tüm yorgunluÄŸu attığımız her adımda giderek artıyordu, çıkarken bindiÄŸimiz ikinci teleferik yolunu yürüyerek indik ama öncesindeki dimdik eÄŸimli ve tamamen taÅŸlardan oluÅŸan dik bir tepeden vadiye düşe kalka iniÅŸ ve çıkış neredeyse dağın kendisine çıkmak kadar zor ve yorucuydu. Uzayan yol sinirleri yıprattı daha sonra bu konu yolda tırmanış deÄŸerlendirmesi yaparken gündeme geldi, herkes fikrini söyledi.

image003

Ve sonunda inmiÅŸtik… Yorgunduk ve ben çok üşüyordum ve bulantı ile karışık baÅŸaÄŸrım vardı. Temizlenip servisimize binip dönüş yoluna geçtik. Ama tabi ki tırmanışların en keyifli ritüellerinden birini yapmadan olmazdı, bol proteinli dönüş yolu yemeÄŸi. Bu sefer de Kayseri’nin meÅŸhur mantısını denemek istedik, beÄŸenenler de oldu beÄŸenmeyenlerde. Ben ise bu kadar abartılan ÅŸeyin kendisi ile karşılaşınca epey ÅŸaşırdım çünkü karşımda yöresel bir lezzet yerine bir pazarlama ÅŸaheseri duruyordu! Neyse ki menüde baÅŸka yemekler de vardı, zorlu bir tırmanıştan sonra fazlada mızmızlanmadan yemeklerimizi afiyetle mideye indirdik ve yolda sadece 2 kez durarak Ä°stanbul’a vardık. Seçilen arabanın konforunun faydalarını dönüş yolunda daha bir farkettik, evet hepimiz minnettardık buna. Ä°stanbul’daydık ve bir tırmanışı daha baÅŸarı ile tamamlamıştık. Hepimiz biliyorduk ki en büyük ödül kimsenin zarar görmeden geri dönmüş olmasıydı. Ve biliyorduk ki, o andan sonsuza dek, Erciyes Dağı yaÅŸamımızın bir parçası olacaktı artık.

 

Çünkü bu doğanın ta kendisi ile yüzleşmekten doğan farklı bir ruh hali idi, Lord Byron’un dediği gibi:

Ücra ormanlarda bir haz vardır;

Issız kıyılarda mest olurum;

Kimsenin rahatsız etmediği

Bir çevre vardır,

Derin denizlerde

Ve uğultusunda bir şarkı vardır:

İnsanı daha az sevmem ama

Doğayı ondan çok severim…

 

Barış İlgar

Tüm Resimler

 

 

Yorum

*

captcha *

nakliyat evden eve nakliyat antakya evden eve nakliyat