Tarih: 29-30 Kasım 2014
Ekip Lideri: Sönmez Erkaya
Faaliyet Sorumlusu: Nursen Yılmaz
Katılanlar: Sönmez Erkaya, Mukadder Koyuncu, Nursen Yılmaz, Betül Boran, Berfin Şimşek, Tansu Cabacı, Sait Çakmak, Kaya Üke, Ansgar Lars Fellendorf, Aslı Demirkazıksoy, Tuğrul Paçacı, Serdar Özer, Mehmet Rüstem Erkan
Kullanılan Malzemeler: Kamp ve Yürüyüş Malzemeleri, Kürek
Hava Durumu: İlk gün güneşli ve açık, ikinci gün yağışlı ve sisli.
29 Kasım
Saat 04:00. Aklımda 3 saat önce ayrıldığım gece mekanındaki arada kalmış atmosfer ve sahte yüzler var. Ancak bunları düşünmenin beni bir yere götürmeyeceğinin farkına vardım ve çantamı hazırlamaya başladım. Çantamı hazırlayıp aşağıya beni bekleyen arkadaşlarımın yanına indim ve beni alacak otobüsün gelmesini beklemeye başladık.
Saat 06:45. Otobüs gelmişti, ben apar topar otobüse bindim ve Kartepe’ye doğru yola koyulduk. Yolda teker teker grubu tamamladıktan sonra Kocaeli’nde Foşa isimli restoranda kahvaltı ettik. Balıyla, reçeliyle, kiremitte peyniriyle epey zengin bir bir kahvaltıydı. Zengin de olmak zorundaydı çünkü akşama dek bir şey yemeyecektik. Masadan zengin kalkışıyla ayrılıp araca bindik. Yolda yerel bir markete uğrayıp alışverişimizi yaptık. Bu sefer makarna yerine bulgur ve yanına sebze alarak farklı bir şey denemeye karar verdik. Alışverişimiz bitirdikten sonra yola koyulduk ve dağ yolunu tırmanmaya başladık.
Yükseldikçe kar hafif hafif kendini göstermeye başlıyordu. Tırmandık tırmandık… Biz tırmandıkça yerdeki kar seviyesi yükseliyordu. Yol boyunca burada daha önce kamp yapan arkadaşlarımızın deneyimlerini dinledik. Ben Kıyı Ege’den, Aydın’dan gelen biri olarak bu kadar karı bir arada görmenin heyecanını içimde yaşıyor karda bir gece geçirmenin nasıl bir şey olacağını merak ediyordum.
Kamp yerine iyice yaklaşmıştık ki araç kara saplandı. Tüm ekip olarak aracı kurtarmak için büyük ama keyifli bir çaba sarf ettik.
Aracımız en sonunda kardan kurtulup gelmesi gereken yere geldikten sonra eşyalarımızı indirip kamp yerimize taşıdık. Kampı bakir bir kar örtüsünün üzerine kuracaktık. Açıkçası o kar örtüsü üzerinde yürümek, o bembeyazlığını bozmak biraz içimi acıttı. Herkes daha önceden araçta duyrulduğu gibi çadır arkadaşlarıyla çadırlarını kurmaya başladı. Bizim çadırımız büyük bir kar yığını, ulu bir ağaç ve kamp merkezi üçgenine kurulacaktı. Çadırı kurmak için önce yeri düzleştirip toklaştırmamız lazımdı. Bunun için tüm dağcılar küreklere davranıp kar örtüsünü işlemeye başladı.
Zemin hazır olduktan sonra kurduğumuz çadırımızı yerine yerleştirip, kara sabitledik. Tüm çadırlar hazır olduktan sonra kamp için yapmamız gereken iki iş kalıyordu: kar mağarası ve rüzgar duvarı inşa etmek.
Herkes kendi tarafının duvarını yapmaya başlamıştı. Duvar yükseldikçe hayal gücümüz daha biz yapmadan zirve yapmıştı. Herkesin ağzında “Aaa sura çok benzedi, şuraya burç şuraya mazgal yapalım hatta şuraya kapı yapalım.” tarzında söylemler vardı. Herkes dört elle duvar yapımına sarılmıştı. Yan çadır tarafından iki tane sütun yükseldiğini fark ettim. Gerçekten de kapı yapıyorlardı. Hem de kemerli bir kapı. Basit bir rüzgar duvarı işini medeniyet sorunu haline getirmiştik. Kampımızın etrafında duvarlar kerte kerte yükseliyordu.
Kapımız yapımını tamamlarken Sönmez Hoca’nın “Bir kadın bir erkek heykeli de mi yapsak?” demesiyle bir de heykel tufanı vurdu bizi. O gün havanın güzel olması içimize işlemiş yaşam enerjisiyle dolmuştuk. Kızlar erkek heykeli, erkeklerse kadın heykeli yapacaktı. Kartopları yuvarlanıyor ve bedenler karbeyaz saflığında biçimlerine kavuşuyordu. Heykellerin yapımı devam ederken bir yandan da yaşamsal değer taşıyan kar mağarası da yapılıyordu. Çantaları iskelet temel alıp etrafına kar örttük, Kar yeterli sertliğe ulaşınca da çantaları çıkarıp kar mağaramıza kavuştuk.
Tüm bunların bitimine yaklaşırken daha önceden planlanan gibi bir yürüyüşü gerçekleştiremeyecek kadar geç olduğuna kanaat getirdik. Başladığımız işi bitirmeye ardından yemek işine girişmeye karar verdik.
Yemek işine başladık. Bizim çadır daha önceden de bahsettiğim gibi bulgur pişirecekti. Çadırda herkes elinde bıçak ile bir şeyler doğruyordu. Kimi soğan kimi domates kimi biber… Hava kararmış biz yemeklerimizi beklerken güzel sohbetler ediliyordu. Sonradan yemekler hazır oldu, çadırlar birleşti, herkes yemeklerini yemeye başladı. Yemeğimiz şoförümüz Ahmet ağabey’in ateşte pişirdiği hamsilerle ayrıca şenledi. Yemeklerimiz bittikten sonra kamp alanımızın yanındaki sobalı tesise gidecektik. Bulaşıkları topladık, o yere gitmeye daha yarım saat kadar daha vardı biz de sohbet etmeye başladık. Onu sözel oyunlar takip etti. Gitme zamanı gelince de kafa fenerlerini takıp 5 dakikalık mesafeyi aşarak mekana vardık. Orada sobanın etrafında bir halka oluşturup sahlep, çay içtik. Ya yokluktan ya da gerçekten olduğundan sahlep bana epey lezzetli gelmişti. Botlarımızı kuruttuk. Bu kurutma esnasında mekan sahibinin nahoş bir uyarısıyla karşı karşıya kalsak da soba bize bayağı iyi gelmişti. Günü değerlendirdik, yarını konuştuk. Hava raporlarında yarının yağmurlu olacağı söyleniyordu bu yüzden yürüyüş yapmadan erkenden yola çıkılacağından söz ediliyordu. İçten içe yürüyüş yapılmasını istiyordum çünkü buraya kadar gelip yürüyüş yapmadan gitmek yazık olur diye düşünüyordum.
Tüm bu konuşmaları ardından kampa döndük. Geri döndüğümüzde kardan kadının kafasını yelin aldığını farkettik. Yalnızlık çekmemesi için erkeğin kafasını da biz aldık. Öyle ya emek harcayıp yaptığın bir şeyi yıkmak da bir o kadar eğlencelidir. Sessizlik saatine kadar muhabbet devam etti. Bu sırada kemerli kapımızın o acı yıkılışına şahit olduk. Tüm emeklerimiz yağmurun habercisi rüzgarla yıkılıyordu. Çadırlarımıza girdiğimizde yağmur hafif hafif başlamıştı. Gece yarısına doğru silah sesleri hepimizi yattığımız yerde irkiltti. Ardından duyulan rap rap sesleri ve tekbir çağrıları herkesin aklında “N’oluyoruz, IŞİD mi geldi?” gibi sorular uyandırdı. Herkes diken üstündeydi. Üstüne üstlük bizim çadırın rüzgarlığı yerinden çıkmış ve çadırın iç kısmına yapışmıştı. İçeriye damlayan sular, usulca titreten soğuk ve silah sesi korkusuyla harmanlanmış bir gece geçirdim. Sabah kalktığımızda yoğun bir sise ve yağışa uyandık. Yürüyüş yapmayacağımız kesinleşmiş gibiydi. Rüzgar heykellerimizi önce eğmiş sonra yerle bir etmişti.Çadırda kahvaltı ettikten sonra pılımızı pırtımızı toplayarak tesise geçtik. Kamp yerini bırakırken biraz buruktuk çünkü harcadığımız onca emeği arkamızda bırakıyorduk. Nihayet hazırlanıp tesise geçtik. 1 saat kadar bekleyip muhabbet ettik. Sönmez Hoca yürüyüş olayını bazı arkadaşlarımızın botlarının su almasısebebiyle oylamaya sundu. Bir kişi dışında herkes yürüyüş yapmayı seçmişti. Küçük çaplı bir yürüyüş planlayıp Altı Oluk Yaylası’na inmeye karar verdik. Yürüyüşe çıkmadan önce botlarının dayanıklı olması ve tozluk konusunda uyarılmama rağmen yürümeyi kabul ettim çünkü küçük çaplı bir yürüyüş olacaktı ve kendimce tozluğa alternatif bir yöntem bulduğumu düşündüm. Yürüyüşe çıkmadan önce çantaları iniş sırasına göre araca yükledik. Çantalar yüklendikten sonra biz de yola koyulduk. Tek sıra halinde birbirimizin izlerini takip ede ede karda yürümeye başladık. Sabah yağan yağmurun da etkisiyle karın altında su birikmişti. Yürürken adeta mayın tarlası oynuyorduk çünkü bastığın karın birden çökmesi ve ayağının suya girmesi o koşullarda pek de istenen bir şey değil. Yürüyüşümüz böyle devam ederken bir ayı izi fark ettik. O iz bize sanki “Yalnız değilsin!” der gibi bağırıyordu. Onun üstüne görülen domuz izleri de bu hissiyatı destekler nitelikteydi. Normal patikada yürürken önümüze bir yol ayrımı çıktı. Bir taraf bilinen rotaya diğer tarafsa bilinmeyene gidiyordu. Hemen bir oylamayla bilinmeyen rota seçilmişti, çünkü KUDAK keşfetme ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Bilinmeyen rotaya doğru saptık. Karşımıza nispeten sert inişler çıktı, dere yatağına doğru iniyorduk. İlk olarak düşündüğümüz şey karşı yükseltiye çıkmaktı. Rehberlik yapan grup üyesi kontrol için önden gitti ve ileride çığ tehlikesi olduğunu rapor etti. Biz de indiğimiz yükseltiyi geri çıkmak zorunda kalmıştık. Geri dön komutuyla herkes bir an birbirine bakakaldı. Herkes “Ne? Geri mi dönüyoruz?” diye sorarken bir kartopu yanımıza düştü. Sönmez Hoca kartopu savaşı başlatmıştı. Bir anda herkes birbirine kartopu fırlatmaya başladı. Bir eğimde birbirine kartopu fırlatıp eğlenen bir grup düşünün, eşsizdir. Savaş bitince herkes yüzünde taşıdığı gülümsemeyle geri dönmeye başladı. Yola, yokuş tırmanmaya devam ediyorduk. Bu seferde yol ayrımındaki bilinen rotaya başka bir yoldan çıkma kararı aldık. Bu bizi daha dik bir yokuşu çıkmaya davet ediyordu. Burayı çıkmak için çizdiğimiz “S”’ler daha da belirginleşmişti. Bu yokuşunun bizde yarattığı hararet üzerine kısa bir mola verilmişti. Burada yine bir kartopu savaşı başladı. Kardan o gün en çok o zaman zevk almıştım. Sonrası zorluk çıkarmaya başladı. Girmesine engel olamadığım kar suyu ayaklarımı iyice soğutmaya başlamıştı. Sonunda bildiğimiz rotaya çıkmıştık. Tamam mı devam mı oylaması yapıldı. Geri dönmek isteyen bir kişi daha yoktu. Herkes en yükseği olmasa da zirve yapmak istiyordu. Biz de bir tepeye doğru yola koyulduk. Ayaklarım gittikçe benden uzaklaşıyor gibi hissediyordum. Sonunda tepeye çıkabilmiştik. Tepede soğuk bir rüzgâr esiyordu. Fotoğraf çekildik ve yanımızda getirdiğimiz öteberileri yedik. Çok vakit geçirmeden kamp yerine dönüş yoluna koyulduk. Dönüş yolunda hep bir ağızdan söylenen şarkıların sesi ayyuka çıkmıştı. İzmir’in Kavaklarına kadar dayanan geniş bir repertuvara sahip bir grup olduğumuz tüm doğa tarafından takdir edildi. Kamp yerine çok yaklaşmıştık ki yerde boş kovanlar gördük. Bunların dün gece atılan silahlara ait olduğu gerçeği inkâr edilemezdi. Herkes bulduğu kovanı alıp bir anı olarak cebe attı. Sonunda araca varmıştık. Boş kamp yeri bir dağcının doğada gelip geçici olduğuna dair en iyi kanıt. Ellerimizle işlediğimiz kar ise yeni yağan karla yok olacak. Kampı önceden toplamanın rahatlığıyla hemen araca binip Kocaeli’ne doğru yola koyulduk. Yemek yemek için Kikarba isimli bir restorana vardık. Orada büyük bir çoğunluk tavsiye üzerine haşlama yedi. Ana yemeğin sonunda herkese birer tane düşmek üzere baklava söyledik. Kartepe etkinliğimiz böyle güzel bir yemekle tamamlanmıştı.
Mukadder Koyuncu